23 Ekim 2012 Salı
Kürtler ile Türklerin birlikte yaşamaları
Başbakan'ın çatışmalarda yaşamını yitiren Kürt gençlerinin resmi rakamlara dayanarak verdiği yüksek sayısını, ülkenin batısındaki yurttaşlara bir teselli olarak sunmasını ibretle izliyoruz.
TBMM, tutuklu 9 üyenin eksikliği ile 24. Dönemin ikinci yasama yılına başladı. Halk iradesinin kurumsallaşmış mekânı olarak tabir edilen Meclis açılışının yapıldığı günlerde bu topraklarda, son yılların en feci günlerini yaşıyoruz.
Evladından gelecek kötü haberin korkusu ile eli yüreğinde yaşayan yüz binlerce aile, amansız bir çaresizlik içinde bekliyor. Yaşanan ölümlerle toplumsal kutuplaşmanın derinleştiği şu günlerde, Başbakan’ın çatışmada yaşamını yitiren Kürt gençlerinin resmi rakamlara dayanarak verdiği yüksek sayısını, ülkenin batısındaki yurttaşlara bir teselli olarak sunmasını ibretle izliyoruz. Vücut bütünlüğü bozulmuş bedenlerin üzerinde, nümayiş havasında topluca çekilmiş fotoğraflar, kahramanlık vesikaları olarak sanal ortamda dolaşıyor. Kürtler ile Türklerin birlikte yaşama istenci, iradesi ve olanağı ivmeli bir hızla dağılıyor. Acılarımız ayrışıyor, ortak acıları yüklenmekten uzaklaşıyoruz. Birbirimizin acısına duyarsızlaşma bir yana, taraflardan birinin yürek sancısı, diğerinde yatıştırıcı etki yaratıyor.
Nefret birikiyor
Siyasal iktidarın ülkenin günümüz durumuna halen ulus-devletin red-kabul ölçüleriyle, ulusalcı hafızasıyla soruna bakmada sergilediği ısrar, bilinci ve ruhu dumura uğratılan toplumu her seferinde daha fazla nefret biriktiren bir şiddete hapsediyor. Kürtler yaşanan bütün melanetlerin müsebbibi görülerek, açık hedef haline getiriliyor. Patlayan her kurşunla Kürtler ve kurumları, bindirilmiş hazır kıtaların saldırısına uğruyor.
Felaket an meselesi
Geldiğimiz aşama her kesim açısından, her zamankinden daha vahim bir noktaya işaret ediyor. Siyasal iktidarın yelkenlerini habire şişirdiği ırkçı, milliyetçi siyaset, toplumun milliyetçi ve muhafazakâr kesimlerinde artan bir biçimde nefret ve taşkınlığa dönüşüyor. Kontrolden çıkmak üzere olan bu öfkenin ülkeyi daha büyük bir felakete götürmesi an meselesi.
Görmek isteyenler için bu noktaya nasıl gelindiği çok açık. Tartışılmaz devlet erki ile donanan Başbakan, tüm dinlerin ve inançların mahkum ettiği katıksız bir kibirle ve özgüven patlaması olarak tanımlanabilecek ruh ve zihniyet yapısı ile sorunu daha güçlü bir entegre ve güvenlik merkezli stratejiyle çözebileceği yanılgısına düştü. Stratejistler mevcut politika ile bahara kadar PKK’nin biteceğini iddia ediyordu. Belirtilen strateji kapsamında Öcalan tecrit edilecek, dağdakilerin imhası için askeri operasyonlar derinleştirilecek ve legal siyasetin kadroları içeri kapatılacaktı.
Başbakan’a sesleniyorum. Velev ki belirttiğiniz gibi son bir ay içerisinde 500 PKK’li öldürüldü. Karşı taraf, tam aksini ifade ediyor. Peki yine son bir ayda Kızıltepe ilçesinde kaç gencin dağa çıktığını biliyor musunuz?
Bir halkın temel insani taleplerini terörizm olarak tanımlayarak iktidar devşirmenin artık kimseye hayır getirmeyeceği açık. Başbakan’ın kullandığı retorik bir zamanlar belki belli bir etki alanı yaratıyordu. Ancak geldiğimiz aşamada bunun toplumdaki tezahürü sadece yıkım oldu. Bu dil, bu anlayış, toplumu ayrıştırıyor, karşılıklı öfkeyi daha da artırıyor ve travmatik bir toplumun oluşumuna yol açıyor. “Terörist, hain, bölücü” tanımlamaları bu ülkede ırkçıların duygularını okşarken milyonlarca insanın nezdinde hakaret olarak görülüyor.
Ayıptır, günahtır, zulümdür
Yaşadığımız fecaatin ayırdına varmanın, onu sona erdirmenin yegâne anahtarı vicdan ve izandır. Akıl, vicdan ve izanın penceresinden baktığımızda Esad iktidarına karşı savaşan muhaliflere “özgürlük savaşçısı” derken, benzeri durumdaki Kürtlere “terörist” diyemeyiz. Balkanlarda, Almanya’da ve Uygur bölgesinde bulunan Türkler için haklı olarak temel siyasal ve kültürel haklar talep ederken, bu toprakların kadim halkı olan Kürtlerin benzeri taleplerini ve isyanını kriminalize etme ve terörizm olarak ifşa edilmesi, büyük bir tutarsızlık. Bu topraklarda yaşayan her Kürdün kendini nasıl tarif ettiğini ve nasıl hissettiğini anlamaya yanaşmayan her arayış, güneşi inkâr etmek kadar boş bir çaba.
Dünyanın öte yanındaki herhangi bir Kürdün hak elde etme arayışını engellemeye odaklanmış siyasi iktidarın yaptığı ayıptır, günahtır ve zulümdür. Başbakan bir müddet önce Anıtkabir defterinde ülkenin durumunu şu şekilde özetledi: “ Türkiye küresel ve bölgesel güç olma yolunda emin adımlarla ilerlerken merkezinde bulunduğu coğrafyada barış, istikrar ve huzurun kalıcı olarak sağlanması için de katkı vermeye devam eden bir ülke.” Başbakan büyük bir yanılsama içerisinde. Bu ifade hakikatin “yalan duvarları”yla korunması. Kesinlikle şu anki Türkiye’nin tanımı değil. Her gün onlarca beden toprağa düşerken, ülke verili politikalarla huzursuzluğun kaynağı haline gelirken, ülkenin sosyal ve politik vaziyetini bu şekilde tanımlamak, gerçeğin inkârından başka bir şey değil.
Ortadoğu politik denklemi bugün yeni bir bakış açısı gerektirecek tarzda kurulmak üzereyken, Kürtlerin rolünü ve gücünü hesaba katmayan her yaklaşım başarısız olmaya mahkûm. Kürtler, bugün Ortadoğu’nun çatışmalı bölgelerini şiddetle değil, kültürel bağlarla bir araya getirecek gizil güce sahip bir halk.
Cumhuriyetin kuruluşu ile ulus-devlet temelli zihniyet çerçevesinde hazırlanan 1924 Anayasası’nda Kürtlerin inkâr ve asimilasyonu, Kürt sorununu bugüne kadar getirdi. Kürtlerin varoluşsal haklarını zora dayalı asimilasyon, inkâr ve imha siyasetiyle ortadan kaldırmak isteyen egemen anlayışa karşı PKK’den önce de 28 defa isyan yaşandı. Bu kısırdöngüden kurtulmanın tek yolu Kürt halkının statüsünün tanınacağı ve siyasal, sosyal, kültürel, hukuki ve ekonomik alandaki tüm ulusal haklarının güvence altına alınacağı Demokratik Anayasa çerçevesinde çözülebilir. Bu sürecin sağlıklı işleyebilmesi için de PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit bir an evvel kaldırılmalı ve tıkanan bu sürecin önünü açabilmesi için uygun müzakere koşullarının yaratılması elzem.
1921 Anayasası’nın birleştirici ruhu
Anayasa’nın hazırlandığı bu süreçte 24. Dönem Meclisi’nin kangrenleşen Kürt sorununu çözmek için 91 yıl önce 1921 Anayasası’nı hazırlayan Meclis’in ruhuyla hareket etmesi gerek. Kürtler için muhtariyeti, bugünkü tanımı ile demokratik özerklik hakkını tanıyan tarihi vesika niteliğindeki 1921 Anayasası’nın güncellenmesi, Kürt sorununun çözümünde etkili olacaktır. Dolayısı ile 24. Dönem Meclisi tarihi bir misyonla karşı karşıya. Meclis, ya birleştirici ve ayrıştırma unsuru olmayan 1921 Anayasası’nı esas alarak tarihe altın harfler ile ismini yazdıracak ya da 1924 Anayasası’nın inkâr ve asimilasyon ruhunun taşıyıcısı olarak büyük bir felaketin vebalini taşımaya devam edecek.
Yaşadığımız savaş ortamı hepimizi insanlıktan daha fazla çıkartmadan artık bir Ortadoğu sorunu haline gelen Kürt meselesini akıl, izan ve vicdanla, sorumlulukla ele alalım. Aksi halde daha sonra çözüm için birbirinin yüzüne bakacak birileri kalmayabilir.
* BDP Şırnak Milletvekili, Mardin Cezaevi
21.10.2012 tarihli Radikal 2'de yayınlanan makaledir
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder