11 Ağustos 2012 Cumartesi

KÜRTLER İÇİN TEK YOL DİRENMEK


ÖZGÜR GÜNDEM GAZETESİ
Serdar Engin / Zana Kaya
Güncellenme : 11.08.2012 05:22
Türkiye, milletvekillerinin tutuklu olduğu bir “ileri demokrasi” ülkesi... Toplumun her kesiminden insan, tutuklanma konusunda oldukça ‘eşit’ bir muameleyle karşı karşıya!.. Bu ‘eşit’ muameleye tabi tutulan Şırnak Milletvekili Sayın Faysal Sarıyıldız, tutukluluk hallerini, Mardin Cezaevi’ndeki yangını, Türkiye siyasetini değerlendirdi.


Zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur

Türkiye, milletvekillerinin tutuklu olduğu bir ‘ileri demokrasi’ ülkesi... Seçilmişlerin, belediye başkanlarının, avukatların, gazetecilerin, doktorların... Kısaca toplumun her kesiminden insan, tutuklanma konusunda oldukça ‘eşit’ bir muameleyle karşı karşıya!.. Bu ‘eşit’ muameleye tabi tutulan Şırnak Milletvekili Sayın Faysal Sarıyıldız, cezaevi penceresinden tutukluluk hallerini, Mardin Cezaevi’ndeki yangını, Türkiye siyasetini değerlendirdi; ‘dışarı’ya ilişkin özlemlerini Özgür Gündem’e anlattı.

31 Temmuz 1922 İstiklal Mahkemeleri Kanunu’nun TBMM’de kabul edildiği tarih. Kürt siyasetçileri başta olmak üzere demokratik muhalefeti tasfiye etmek üzere kurulduğu belirtilen özel yetkili mahkemelerin yeni adı ile Bölgesel Ağır Ceza Mahkemelerinin İstiklal mahkemeleri ile aynı işleve sahip olduklarına dair yapılan yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Modern çağın devlet formu olan ulus-devlet, dünyada katliam, tahribat ve hastalıklarla anılmaya başladığı geç dönemlerinde bu topraklara geldi. Ulus-devlet varlığını katıksız bir milliyetçilik üzerinden sağlar. Yargı, içselleştirdiği bu ideolojiyi korumanın ve güçlü kılmanın temel araçlarındandır. 1924 Anayasası ile beraber milliyetçilik temelli bir siyasal anlayışa geçildi. Söz konusu sistemin nihai zaferi demek egemen etnisite dışındaki tüm etnisitelerin yok edilmesi ya da tamamı ile asimile edilmesi demektir. Türk-ulus devletinde bu anlamda kısmi bir başarı elde edildi; birçok halk bu topraklardan söküldü, asimile edildi ya da katliama uğradı. Katliam ve asimilasyon politikalarına rağmen bu uygulama Kürtlerde başarıya ulaşamadı. İstiklal mahkemelerinden günümüzdeki bölgesel ağır ceza mahkemelerine kadar tüm bu özel mahkemeler serisi, aynı zihni kalıplarla hareket etti ve aynı işlevi yerine getirdi-getirmeye devam ediyor. Bu mahkemeler arasında dönemine göre kimi farklılıklar olsa da, özde bir değişikliğin olduğunu söylemek güç; tümü ırkçı ve statükocu oldu. Bunun nedenini soracak olursanız, yol açabileceği olası felaketler düşünülmediğinde ideolojisi ve kurumlarıyla ulus-devlet hâlâ en rahat iktidar ve sermaye tekel aracıdır. Bu mevcut sistemden beslenen bürokrasi sınıfı için de geçerlidir. Fransa’da kurulan olağanüstü yetkilere sahip ‘İstiklal Mahkemesi’nden esinlenilerek ‘İstiklal Mahkemeleri’ kuruldu. 1925 yılında TBMM’de kabul edilen başka bir kanunla idam kararını yerine getirme yetkisi “‘Şark’ için Diyarbakır’da, diğeri idam yetkisi TBMM’nin onayı ile uygulanmak üzere Ankara’da olmak üzere, iki İstiklâl Mahkemesi kuruldu. Diyarbakır’daki mahkemenin resmî adı ‘İsyan Bölgesi Mahkemesi’ idi ama ‘Şark İstiklal Mahkemesi’ olarak anıldı” (Tarihçi Ayşe Hür). O dönemde Diyarbakır’da kurulan ‘İsyan Bölgesi Mahkemesi’ diğer adı ile ‘Şark İstiklal Mahkemesi’nin amacı, gelişen Kürt isyanlarının önüne geçmekti. Hiçbir delile gerek duymadan Kürt yurttaşları ve siyasetçilerini cezalandıran Şark İstiklal Mahkemesi, şekli olarak farklı da olsa bugün Kürtleri ve demokrat kesimleri tasfiye etme üzerine inşa edilen ağır ceza mahkemeleri ile aynı mayaya sahiptir.

“3.Yargı Paketi’’ kapsamında, avukatlarınızın tahliye edilmeniz amacı ile yaptığı başvuru jet hız ile reddedildi...

- AKP hükümeti, şu ana kadarki politikalarıyla toplumsal beklenti yaratıp bunun üzerinden oyalamakta oldukça mahir olduğunu gösterdi. Dikkat edilirse, 3. Yargı Paketi’nin boş olduğu ortaya çıkınca, Beşir Atalay hemen 4. Yargı Paketi’ni telaffuz etmeye başladı. Politikalarında ilke olsun olmasın, AKP gibi neo-muhafazakâr, kapitalist hükümetlerin temel amacı, imkânlarından nemalanmak için iktidarlarını bir dönem, bir dönem daha uzatmaktır. Demin yargının tarihsel tutumunu, statükocu karakterini izah etmeye çalıştım. Sistem, daha önce Kemalist yargıç üretirken, şu an AKP tipi muhafazakâr, neo-statükocu yargıçlar üretiyor. Gelinen noktada yargıçların AKP’den farklı düşündüklerini söylemek güç. 3. Yargı Paketi’nde, siyasal konularda inisiyatif tamamen yargıçlara bırakılmış durumda, peki yargıçlar kim? İktidarın dolaylı ortakları... Bu yargıçlardan bir hayır beklenir mi şimdi? Yurttaş iradesinin temsili olan vekiller neden kaçsın. Zatıâliler bilsinler ki onlar isteseler bile yurdumuzdan kaçmayacağız ve halkımız ile omuz omuza mücadele vermekten de asla imtina etmeyeceğiz. Aynı siyasal gelenekten geldikleri Bahçelievler Katliamı sanıklarının tahliye edilmesine şaşırmadık. AKP hükümeti iktidarı bütün kurumları ile ele geçirdikten sonra kendisi ile aynı siyasal gelenekten gelen Türk-İslamcı paramiliterlere karşı vefa borcunu yerine getirmiş oldu.

Tutuklu vekillere ilişkin Başbakan sık sık “neden tutuklulukları aday gösterdiler bu bizim sorunumuz değil” açıklamalarında bulunuyor. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Erdoğan tutuklu vekiller için “kim yaptı bunları, dışarıda hiç mi adam yoktu” dedi. Sadece bu söylem üzerinden kapsamlı bir kişilik çözümlemesi yapılabilir. Tutucu, dar görüşlü, kasaba çapında bir ufka sahip olan Başbakan’ın bu tavrı ancak tanrısal erklerle donanan birinin sahip olacağı kibre ve içine gireceği vahamete iyi bir örnek. Siyasi hısımlarına, bu topraklara ait olmayan bir kibirle laf koymayı kendince “burunlarını sürtmeyi” marifet bilen, bundan haz alan, coşan bir kişilik... Hâlâ yargılamaları devam eden tutuklu vekilleri “suçlu” ilan eden Başbakan’ın bu üslubu ancak diktatoryal rejimlerin şeflerine özgüdür. Suçsuzluk karinesini hiçe sayan Başbakan şunu çok iyi bilmeli... Kendi siyasal sultasında Başbakan belki kendisine biat edenleri işaret parmağı ile aday gösterebilir. Ancak Kürt siyasal hareketi halkın teveccüh gösterdiği kişileri aday gösterir. Öte yandan AKP hükümetinin sürekli suçlu göstermeye çalıştığı 8 bin siyasi tutuklu, zulme karşı onur mücadelesi veren, egemenlere karşı direnen, yurdunu, kültürünü ve ruhunu korumaya çalışan Kürt halkının vefalı evlatlarıdır.

Türkiye’nin Irak, İran ve Suriye’de Kürtlerle ilgili yaşanan gelişmeleri bir “iç sorunu” olarak görmesinin arkaplanında nasıl bir politika yatıyor?

- Baskıcı, inkârcı, asimilasyoncu bir devletin söz konusu gelişmeleri kendi iç sorunu olarak tanımlaması bana kalırsa yerinde bir tespittir. Kürdistan’ın herhangi bir parçasındaki gelişmenin diğer parçaları etkilememesi mümkün değil. Hatta dünyanın öbür ucundaki bir özgürlük hareketinin de Türkiye’nin bir iç sorunu olarak görülmesi gerekir. Sen varlığını zorbalık üzerine inşa ettiğin sürece her türlü anti-zorba hareket senin için risk teşkil eder. Kürdistan söz konusu olduğunda bu çok daha anlaşılırdır. Kürtler bugün her parçada kendi varlığını koruma mücadelesi veriyor. Kürtlerde özgürlük bilinci ve koşulları hiçbir zaman bu denli gelişmiş değildi. “İç sorun” paranoyasını aşmanın yolu gerçek anlamda demokratikleşmek ve Kürtlerin öz yönetim haklarına saygı göstermekten geçiyor.

AKP hükümetinin politik ve askeri bir varlık gösterebilmesi için Suriye’ye yapılacak müdahalede en önde olmak istediği yorumları yapılıyor. Türkiye’nin bu anlayıştan yola çıkarak Suriye’ye müdahale etmesi nasıl bir sonuç doğurur?

- Batı Kürdistan’a yapılabilecek böylesi bir müdahale, sorunu derinleştirir. Zaten Türkiye bunu hep yapıyor. Tarihsel egemenlik kompleksiyle sürekli büyük laflar eder ama yapamaz; sorun yapmaması değil, büyük laflar etmesidir. Suriye tarafından uçağı düşürüldüğünde ve Mavi Marmara olayında İsrail’e karşı yine mangalda kül bırakmamıştı. Şimdi de Batı Kürdistan için aynı söylemsel tutumu sergiliyor. Belki girer, belki irili ufaklı katliamlara yeltenir, ama her halükarda tüm Kürtlerin öfkesini örgütler. Kısacası zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur. Yeni Ortadoğu yapılanmasında stratejik konuma erişen milyonlarca Kürdün hışmını üzerine almak akıllıca bir tutum olmasa gerek. Yeniden kurulacak Ortadoğu denkleminde Kürtlerin kilit rolü, dikkat edilirse seven sevmeyen her stratejik analiz çevrelerince teslim ediliyor.

Bir yılı aşkın süredir PKK Lideri Abdullah Öcalan, ailesi ve avukatları ile görüştürülmüyor. İmralı’ya uygulanan bu özel politika ve çatışmaların her geçen gün şiddetlendiği böylesi bir ortamda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Türkiye kendi Kürt sorununu çözer” açıklamasında bulundu. Bu açıklamanın sizin nezdinizdeki inandırıcılığı nedir?

- Devletin ve bazı uluslararası güçlerin belirlediği bir “hukuk”suzluk ile yönetilen İmralı’da tutulan PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit, 27 Temmuz’da bir yılını geride bıraktı. 15 Şubat 1999’daki Uluslararası Komplo ile Türkiye’ye teslim edilen Sayın Öcalan, saçlarının kazıtılması ve zehirleme girişimlerine rağmen Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için iğne ile kuyu kazarcasına çaba sarf etti. AKP hükümeti bu tecrit ile Sayın Öcalan şahsında Kürt halkını teslim almak istiyor. AKP uluslararası güç ve ilişkileri kendi lehinde gördüğü vakit Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeye dönük girişimlerini en üst seviyeye çıkarıyor. Bu tasfiyeyi gerçekleştirmek için ilk başta yöneldiği alan ise İmralı oluyor. Savaşın bir çıkmaz ve kendisini zorladığı dönemlerde ise Sayın Öcalan ile görüşen AKP, bu yol ile tansiyonu düşürmeye çalışıyor. Oslo görüşmeleri esnasında da Sayın Öcalan ile İmralı’da devlet yetkilileri görüştü. Görüşmelerin zamanla bir oyalama taktiği olduğunu gören Sayın Öcalan, böylesi bir oyuna gelmeyeceğini net bir şekilde ifade ettikten sonra üzerindeki tecrit katmerleştirildi. Peki bu ağırlaştırılmış tecridin faturası ne oldu. Yüzlerce kişinin yaşamını yitirmesinden başka bir işe yaramadı. Oysa ki hükümet Oslo görüşmeleri sırasında Sayın Öcalan’ın sunduğu yol haritası ve perspektifleri dikkate alsaydı şu an toplumsal barış büyük oranda gerçekleşmiş olacaktı. Son günlerde başta Şemdinli olmak üzere Kürdistan’ın bütün her yeri savaş ile kavrulurken ve Sayın Öcalan üzerindeki ağır tecrit devam ederken Ahmet Davutoğlu’nun “Türkiye kendi Kürt sorununu çözer” açıklaması su üzerine yazı yazmaktan başka bir şey değildir. Gerçekten de Kürt sorununun çözümü isteniyorsa Sayın Öcalan derhal serbest bırakılmalı ve müzakere süreci başlatılmalıdır.

3 yılı aşkındır cezaevinde bulunuyorsunuz. Dışarda en çok neyi özlediniz?

- Haziran ayında mahkeme için Diyarbakır’a götürülürken içine konulduğumuz eski ring aracı Çınar ilçesi yakınlarında bozuldu. Başka bir ringe alınırken toprağa dokunma ve azıcık da olsa nergis koparma şansını elde ettim. O an anladım ki toprak kokusunu ve doğayı çok özlemişim. Bir de tabii ki Şırnak’ı, Cizre’yi, Silopi, Beytüşebbap, Uludere ve Güçlokonak’ı bir bütün olarak Botan’ı çok özledim. Cudi ve Gabar dağlarının kesişme noktası olan Kasrik Boğazı’nda demli bir çay içmek de güzel olurdu. Ama her şeyden önemlisi Şırnak’ta halkımız ile beraber omuz omuza mücadele vermenin heyecanını sürekli yüreğimde taşıdım...


Zulüm girdabında Kürtler için tek yol direnmek

Partinizin olağan kongresinin üzerinden bir yıl bile geçmeden Parti Meclisinizin 80 asil ve 40 yedekten oluşan 120 kişilik kadrosundan 56 kişi tutuklandı. Bu gelişmelere bağlı olarak 14 Ekim’de partiniz Olağanüstü Kongre yapılması kararı aldı. Kongrenin Kürt siyasetindeki etkisi ne olur?

- Son üç yılda AKP’nin kumanda ettiği siyasi operasyonlar sonucu aralarında milletvekilleri, belediye başkanları, il genel ile belediye meclis üyeleri, kadın aktivistleri, çocuklar ve partimizin il ve ilçe yöneticilerinin de aralarında bulunduğu 8 bine yakın kişi tutuklandı. Adalet Bakanlığı’nın açıklamalarına göre ise “KCK”den yargılanan 2 bin 146 kişiden 274’ü seçilmişlerden oluşmaktadır. Bizzat Başbakan ve bakanların emri ile yönetilen bu siyasi soykırımın tek amacı AKP hükümetine karşı ülkede muhalefet yürüten Kürtleri susturmak ve hizaya çekmekti. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtler, egemen güçlerin tek tipleştirme ve yok sayma politikalarından dolayı dünyada benzeri olmayan bir zulme maruz kaldılar. En önemli iletişim aracı olan dili yasaklandı ve ulusal kimliği reddedildi. Kürt halkını susturma ve yok etme hareketine karşı direnmekten başka bir şansı olmayan Kürtler hep kendi küllerinden doğdu. Bugünde yaşanan bu zulüm girdabında Kürtler için tek yol “DİRENMEK”tir. Partimizin 14 Ekim’de yapacağı bu olağanüstü kongrede bütün Kürtler, aydınlar, sol, sosyalist ve demokrat çevreler BDP etrafında kenetlenmelidir. Nazım Hikmet’in dediği gibi “Güneş doğarken hiç umut yok mu? Umut umut umut... Umut insanda”... Partimizin 14 Ekim sonrası umut tohumlarını bir kez daha ekeceğinden hiç kuşkum yok.


30 insanı bilerek ölüme terk ettiler

Kaldığınız Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi’nden geçtiğimiz günlerde çıkan yangın nasıl meydana geldi?

- Cezaevleri büyük kuşatılmaya rağmen, toplumsal duyarlılık anlamında refleksleri güçlü olan örgütlü bir alandır. Mazlum ve Kemallerden bu yana bu hep böyledir. Oligarşik sistemin uygulamalarına karşı, kuşatma altında oldukları dört duvar arasında tepkileri hep soylu eylemlerle olmuştur. Devlet, tedavüldeki militarist politikalarının Kürtlerde özellikle cezaevlerinde büyük bir öfke yarattığının farkındadır. Sayın Öcalan’ın durumu, Kürt halkının bütününde olduğu gibi siyasi tutsakların da hassasiyetidir. Bir arkadaşımızın Sayın Öcalan üzerindeki tecridi protesto etme amacıyla kaldığı odayı ateşe vermesi gerekçe gösterilerek 180 arkadaşımız karga tulumba içimizden alınarak İzmir’deki cezaevlerine sürgün edildi. Aslında sürgünden daha önemlisi ikinci bir Urfa Katliamı’ndan son anda kurtulmuş olunmasıydı. Çünkü yangının çıktığı odada 30 arkadaşımız bulunuyordu. Odada yangın çıkıp dumanlar dış koridora kadar çıkmasına rağmen, idarece müdahale edilmesi bir yana koridor kapıları da tutsakların üzerine kapatılarak 30 insan ölüme terk ediliyor. Odadaki arkadaşların yarısı baygın iken kendi imkânları ile kapıları açıp son anda canlarını kurtarıyorlar. Sistemin sürgün politikasının amacı anlaşılırdır. Kürdistan’daki bütün cezaevleri hiçbir devrimci devinimde bulunmayacak kadar güçsüz hale getirilmeye çalışılıyor. Son günlerde bine yakına siyasi tutsak batı illerine sürgün edildi. Sürgünler ile elde edilmek istenen sonuçlardan biri de hükümet, geliştirdiği yeni savaş konseptine karşı gelişen tepkilerin önüne geçmek istiyor. Bu çabalar da beyhude... Her onurlu Kürt mutlaka ama mutlaka karanlık hücrelerde, derste, sırada kısacası yaşamın bütün alanında baskı ve zulme karşı direnmeye devam edecektir. Böylesi durumlarda sevgili Ahmed Arif’in şu sözlerine sığınırım... “Öyle yıkma kendini, öyle mahsun, öyle garip... Nerede olursan ol içerde, dışarda, derste, sırada, yürü üstüne üstüne... Tükür yüzüne celladın... Fırsatçının, fesatçının, hayının... Dayan kitap ile, dayan iş ile tırnak ile, diş ile umut ile, sevda ile, düş ile dayan, rüsva etme beni...”

DEVLETİN EN TAZE KATLİAMINA DAİR SORU ÖNERGEMDİR

ÖZGÜR GÜNDEM GAZETESİ
Faysal Sarıyıldız / BDP Şırnak Milletvekili
Güncellenme : 24.06.2012 10:20
AÇIKLAMA: 16 Haziran günü 1057 kişinin kapatıldığı 275 kişi kapasiteli Urfa Cezaevi’nde 13 insan yanarak can verdi. Adalet Bakanı Sadullah ERGİN,  olay akabinde yaptığı açıklamada, yangının çıktığı 6 kişilik c 15 odasında 18 kişinin bulunmasının diğer kısımlardaki tadilat nedeniyle olduğunu belirtti. Buna göre;

Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

1- Cezaevinin doluluğu, MEVCUT kapasitesinin 3,8 mislidir. (1057 /275=3,8) Yangının çıktığı C-15 odasında kalan tutuklu sayısı ise olması gereken doluluğun 3 mislidir. (18/6=3) Sayın Bakan, 3’ün 3,8’den büyük olmadığını bilmeyecek kadar matematik bilgisi yoksunu mudur? Böyle değilse,

2- Halkın bu hesabı yapamayacak kadar zekâ fukarası olduğunu mu düşünüyor. Bu da değilse,

3- Ne de olsa tevekküle tembih edilmiş, bilinci alıklaştırılmış halk verilenle yetinir, bir şekilde olup -biteni hükümetin istediği şekilde idrak ederler diye mi böyle pervasızca açıklamalarda bulunuyor.

Soru önergemin “taşıması gereken şartlara haiz olmadığı” kaba ve yaralayıcı ifadeler taşıdığı ayrıca soruyu yöneltenin milletvekili sıfatını taşımadığı değerlendirilerek muhtemelen cevaplamaktan imtina edilir.

Esir kampları

Modern çağda bir siyasal denetim aracı olarak kurumsallaşan cezaevleri, bugün yaşadığımız ülkenin neo-muhafazakâr hükümetinin elinde tam bir utanç kaynağına dönüşmüş durumda. Buna göre verili egemen siyasal sisteme göre konum almama hastalığını tedavi etmeye yönelik bir rehabilitasyon merkezi olarak tasarlanan hapishaneler, gelinen noktada AKP’nin elinde ekstra işlevler edinerek ıslah olmayana devletin azametinin kesintisiz olarak hissettirildiği, icabında burnunun sürtüldüğü, haddinin bildirildiği, ölümlerden ölüm beğendirildiği, kin güdüldüğü esir kamplarına dönüşüyor. Devletin yeni sahibi olarak karşımıza çıkan AKP rejimi kendi eseri olan her türlü felaketi idare etmede, hazmedebilecek kıvama getirmede Allah var oldukça mahirdir. Baksanıza son Urfa katliamına ilişkin yaptığı açıklamada Başbakan Erdoğan oldukça serinkanlı bir şekilde, “Duyduğuma göre kapasite fazlalığı varmış, bakanımdan bunun araştırmasını isteyeceğim” diyebiliyor.

Dikkat edilirse bakanlığın kayıtlarında 275 kişilik olduğu resmi olarak geçen Urfa Cezaevi’nde bugün 1057 insanın tutulduğu bizzat kentin valisi tarafından kendisine bildirilmesine rağmen haşmetmeaplar hâlâ “mış”lı kabullerle gerçeklerin üstüne puslar çekebiliyor. Her gün yeni bir skandala, katliama mekân olan cezaevlerinin durumunu Başbakanın bilmemesi mümkün olabilir mi? Çalışanlarının yarısından fazlası şu an cezaevinde olan bir gazete, yıllardır yılmadan usanmadan cezaevlerinin feci durumunu hemen her gün sayfalarına taşıyor. Yine insan hakları kuruluşlarının aylık raporlarında cezaevlerinin durumu hep birinci gündemdir. Başbakan, üyelerinin büyük bir kısmı partisinden olan Meclis İnsan Hakları Alt Komisyonu’nun benim de tutulduğum Mardin E Tipi Cezaevi’ndeki incelemenin sonuçlarına şayet raporlara dökülmüşse bir göz atsa cezaevlerindeki vahşetin boyutları hakkında yeterince bilgi sahibi olurdu. İl Valilikleri bünyesinde kurulmuş İl İnsan Hakları kurulları her ay; keza göz boyamaya, tepkileri dindirmeye dönük değilse, cezaevlerinde inceleme yaparak sonucu yetkili devlet kurumlarına sunardı.

‘Evcil ve uslu yurttaşlar’ yetiştirme gayesi

Başbakan’ın ve kabine üyelerinin çok iyi bilip de bilmezden geldikleri cezaevlerindeki zulüm tablosunu bir kez daha gözler önüne serelim. “Evcil ve uslu yurttaşlar” yetiştirme mekânı olarak tasarladığınız cezaevlerinizde tutsaklar ranzaların altında, tuvalet önünde, merdiven altında, ayakkabıların arasında yatmak zorunda. Yıllardır dört duvar arasında olan tutuklu ve hükümlüler; kötü koşullar nedeniyle musallat olmuş birçok hastalığın pençesinde kıvranıyor, verilen kötü yemekler nedeniyle her ay toplu halde zehirleniyor, yazın kavurucu sıcağına ve kışın dondurucu soğuğuna maruz bırakılarak sözüm ona “terbiye” ediliyor. Sadece kaldığım cezaevinde değil, bölgenin tüm cezaevlerinde aynı manzara söz konusu. Türkiye’de cezaevleri her açıdan kanayan bir yaraya dönüşmüş bulunmaktadır. Devletin ve hükümetin ideolojik, politik ve sosyal politikaları cezaevlerinde bizzat sorun üretmektedir. Sorunların kaynağında şayet “çözüm makamı”nda yer alanlar varsa, sorunlar katmerleşir, boyutlanır, içinden çıkılmaz bir hal alır. Devletin ve hükümetin son on yıldaki politikaları toplumu felç etmiştir. Giderek çoğalan cezaevlerinin ihtiyacı karşılayamaması bunun en bariz göstergesidir.

Urfa Cezaevi’nde başlayıp daha sonra sırası ile Antep, Adana ve Osmaniye cezaevlerindeki öfke ve isyan patlamalarının tek sorumlusu, insan bedenini fiziki ve ruhsal olarak kuşatarak iktidarını inşa eden AKP hükümetidir. Adalet Bakanı, Urfa Cezaevi’nde yaşanan vahşetin ardından derhal istifa etmesi gerekirken, bizlere yeni cezaevleri yapılacağını müjdeledi. Demagojiyle, halk avcılığıyla, dezenformasyonla, sistem kaynaklı her melanetin arkasında provokasyon aramakla, her türlü demokratik talebi “bölücülük ve kışkırtıcıkla” itham etmekle gidilen yolunda elbet bir sonu vardır.

* Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi

SARIYILDIZ VE IRMAK AÇLIK GREVİNE BAŞLADI

Vekillerin açlık grevine katılımı artıyor
Faysal Sarıyıldız, Selma Irmak
ANKARA  Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan BDPŞırnak Milletvekilleri Selma Irmak ile Faysal Sarıyıldız süresiz - dönüşümsüz açlık grevine başladı. Açlık grevi hızla tüm cezaevlerine yayılırken, bu rüzgar akıllara 90’lı ve 2000’li yıllardaki ölüm oruçlarını getirdi. 
BDP ’li Şırnak milletvekilleri Selma Irmak, Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nden yazdığı mektupla 6 kadın arkadaşıyla birlikte süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine gireceğini duyurdu. BDPEşbaşkanı Selahattin Demirtaş , haftalık grup toplantısında Irmak’ın mektubundan bölümler okudu. Kısa bir süre sonra yine BDP ’nin bir diğer Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız, Mardin Cezaevi’nde Irmak ile birlikte açlık grevine başlayacağını açıkladı. Ardından açlık grevi tüm cezaevlerine yayıldı ve Öcalan’ın Türkiye ’ye getirildiği 15 Şubat’ta başlayan açlık grevine tüm cezaevlerinden katılım oldu.Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde 600 mahkum üç gün, 50 mahkum ise süresiz - sınırsız açlık grevine girdiğini açıkladı.Irmak, Sarıyıldız ve diğer mahkumlar, cezaevi koşullarının yanı sıra dört talepte bulundu: “Kürt dili üzerindeki her türlü baskının kaldırılması ve kamusal alanda kabul görmesi için yasal güvenceye alınması, bütün siyasi tutsakların serbest bırakılması, askeri operasyonların durdurulması, Öcalan üzerindeki ‘ağırlaştırılmış tecridin’ kaldırılıp, çözüme katkı sunması için; sağlık, güvenlik ve iletişim koşullarının sağlanması.”

Blok vekillerinden destek 
Blok milletvekilleri Irmak ve Sarıyıldız’a destek için BDP Genel Merkezinde iki günlük açlık grevine girme kararı aldı. Milletvevekilleri 20-21 Şubat tarihlerinde iki günlük açlık grevi yapacak. 
BDP Grup Başkanvekili Hasip Kaplan , her iki tutuklu milletvekilini de sık sık ziyaret ettiğini belirterek şunları söyledi: “Temel talepler dışında cezaevi şartlarına dikkat çekmek de istediler. Sevk durumları, ring araçlarıyla seyahatlerinde yaşadıkları, gördükleri baskı... Bir yatakla iki, üç kişi yatıyor. Diyarbakır Adliyesi’nde, duruşmaya gittiklerinde mezbele gibi sidik kokan yerlerde bekletiliyorlarmış. Bunları yaşayanlar milletvekili ve kimse kılını kıpırdatmıyor. Talepleri kabul edilmezse korkarım hızla yayılacak ve ölüm oruçlarına dönüşecek.” 
Kaplan, durumu önceki akşam aktardığı Adalet BakanıSadullah Ergin ’in duyarlılık gösterdiğini belirtirken, “Ancak Meclis Başkanı Cemil Çiçek ’in duyarsızlığı beni şaşırtıyor” dedi. 
BDP Eşbaşkanları Demirtaş ve Gültan Kışanak, Irmak’ı ziyaret etti. Demirtaş, şöyle konuştu: “Bu gerçekten çok ağır bir eylemdir. Sonuçları da çok ağır olabilecek bir eylemdir. Seçilmiş milletvekili cezaevinde bedenini ölüme yatırıyorsa, demek ki zulüm hat safhaya ulaşmıştır.”

AÇLIK GREVİNDEKİ SARIYILDIZ'DAN BAŞBAKAN'A MEKTUP

  • Tutuklu Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, bulunduğu Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a mektup gönderdi. 15 Şubat gününden bu yana süresiz açlık grevinde bulunan Sarıyıldız, ölümle de sonuçlansa eylemlerini sürdüreceklerini ifade ederek, "Kürt halkı ve Kürt siyasetçileri olarak halkımızın özgürlüğü için bedel ödedik, bundan sonra da ödemeye hazır olduğumuzu ifade etmek istiyorum" dedi.

    BDP'nin tutuklu Şırnak Milletvekili Selma Irmak'ın ardından 15 Şubat tarihinden bu yana Mardin E Tipi Cezaevi'nde süresiz açlık grevi başlatan Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız, son siyasal gelişmeler nedeniyle başlattıkları açlık grevine ilişkin Başbakan Recep Tayip Erdoğan'a basın aracılığıyla mektup gönderdi. PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü, askeri ve siyasi operasyonların sona erdirilmesi ve Kürtlerin statüsünün kabul edilmesi gibi taleplere ilişkin açlık grevini sürdüren Sarıyıldız, Başbakan Erdoğan'a atfen yazdığı mektup öncesi eylemlerini "Baskıya ve zulme karşı tarihte eşine az rastlanır, büyük bir direnişle cevap veren ve bulunduğu bütün platformları direniş mevzisine çeviren cesur ve yürekli halkımız; Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan'ın girişimleri sonucunda başlayan müzakerelerin Başbakan R. Tayyip Erdoğan ve hükümetinin siyasi pervasızlığı ile boşa çıkarılmak istenmesi" üzerine başlattıklarını bildirdi.
    'KEMALLERİN, MAZLUMLARIN MİRASÇISIYIZ'

    "Êdî bes e' şiarı ile bütün meydanları dolduran anneler ve gençler rolünüzü büyük bir cesaret örneği ile bizlere gösteriyorsunuz" diyen Sarıyıldız'ın mektubunun geri kalanı şöyle: "
    Tarihi ve bir o kadar da kritik bir sürecin eşiğinde iken maalesef siz değerli halkımızdan fiziki olarak uzaktayız. Bizler, bedenlerimizi ölüme yatırarak demokrasi ve özgürlük istemlerini haykıran halkımızın çığlığına ses katmak için süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine girdik. 12 Eylül faşizmine karşı bedenlerini siper eden Hayriler, Kemallerin ve bedenlerini alev topuna dönüştürerek halk dirilişinin öncüleri olan Mazlumların, Ferhatların mirasçıları olarak bugün üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmek ile mükellefiz. Cezaevinin zor koşullarında da olsa halkımızın bize vermiş olduğu siyasi misyonu da göz önüne alarak Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a düşüncelerimizi ifade etmeyi bir görev kabul ediyorum.

    'KÜRTLER HAKKINDA FETVA VERMEKTEN BAŞKA NE YAPTINIZ?'

    Sayın Başbakan, 'Özel politika uygulayacağız' dediğiniz Şırnak'ta sadece 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden itibaren halkın oyları ile seçilen 2 milletvekili, 6 belediye başkanı, 21 belediye meclis üyesi, 5 il genel meclis üyesi başta olmak üzere 500'ü aşkın kişi demokratik muhalefet yürüttükleri için gözaltına alındı. Yüzlerce parti üyemiz hakkında da yakalama kararı çıkarıldı. Sayın Başbakan, siz, takipçisi olduğunuz Osmanlı hükümdarlarının ellerini şakırdatarak emir yağdırması gibi her "ulusa sesleniş" konuşmanızda sizin otoriter ve baskıcı politikanıza teslim olmayan Kürtler hakkında fetva vermekten başka ne yaptınız? Okuduğunuz fetvaların hemen akabinde avukatlar, gazeteciler, kadınlar, sendikacılar, partimizin üye ve yöneticileri gözaltına alınarak tutuklandı.

    Basına da yansıdığı gibi bir günde 16 il'de 130 kişi KCK operasyonları kapsamında gözaltına alındı. Ocak ayında 887, Şubat ayının ilk on gününde 182 kişi; 41 günde bin 69 kişi gözaltına alındı. 2011 yılında ifade özgürlüğü çerçevesinde gözaltına alınanların toplam sayısının 30 bin 947 olduğu tahmin ediliyor. Son sayılar, Türkiye cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü sayısının bir ay içinde 3 bine yakın bir artış göstererek 131 bin 317'ye vardığını gösteriyor. Bunların 2 bin 360'ı çocuk... Terör suçundan tutuklu, hükümlü ve hükmen tutuklu olanların bildirilen son sayısı 8 bin 671. Bu tablo maskeli demokrasi balonuzun net bir karesidir. Sayın Başbakan. İleri demokrasi tiyatrosunun suflörü olarak artık sadece perde arkasında değil gözlerimizin içine bakarak adeta alay edercesine, Kürt halkının çözüm iradesi olarak gördüğü Sayın Abdullah Öcalan ve seçilmiş temsilcilerine tecrit, baskı, gözaltı, tutuklama ve ölümü reva gördünüz.

    Kürt Özgürlük Hareketi'nin yarattığı paradigmanın sinerjisinden korktuğunuz için demokratik ve özgürlükçü yaşam felsefesi ile kendi özyönetimini kurma yolunda adım atan Kürt siyasal hareketine karşı gözaltı ve tutuklama furyası başlatma fermanını verdiniz. Kürt sorununu inkar ve imha ile çözebileceğini sanan hükümetiniz kendi çıkarları doğrultusunda dizayn edemediği Kürt halkına karşı şimdi de öfke kusuyor. Kürt özgürlük hareketini tasfiyeyi amaçlayan ve Öcalan-PKK-halk üçlemini birbirinden ayrıştırma politikanız deşifre edildiği için öfkelisiniz. Öfkelisiniz çünkü; Kürtler, korku imparatorluğunuza "Hayır" dedi.
    İşte bugün, bizler bedenlerimizi açlığa yatırıyorsak bu sizin eserinizdir. Bugün, cezaevlerine doldurduğunuz insanlar mahkum değildir. Bilakis halkın, adaletine inancını yitirdiği rejimdir mahkum olan. Eş Genel Başkanımız Sayın Selahattin Demirtaş'ın da belirttiği üzere, "Hem dışarıda hem de içeride cezaevinde çok ağır, hukuksuz, vicdansız, ahlaksızca sürdürülen bir baskı, bir zulüm politikası var." Yarattığınız bu zulüm cenderesinde bizden köleliği Kabul etmemizi bekliyorsanız yanılıyorsunuz; 1990'lı yıllarda 3 bini aşkın köyü boşaltılan, binlerce evladını "faili meçhul" cinayete kurban veren, parlamenterleri sokak ortasında infaz edilen, gazetecileri ensesinden vurulan bu halkı bitirebildiniz mi? Yine koskoca bir "Hayır!" Kürt halkının yasadığı tarihsel deneyimlere bir kez daha bakmanızı öneriyoruz.

    "Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunu vardır" söylemi ile Kürt halkının anayasal haklarının tanınmayacağını belirterek, Kürde toplumsal ve kolektif hakları ile yaşayamayacağını ilan ettiniz. Tekrar şöyle bir geçmişe bakmanızı öneriyoruz Ey Başbakan! Kürde seni tanımıyorum diyenlere Kürt halkı, bedenlerini ateşe veren özgürlük savaşçıları sayesinde 12 Eylül'ün karanlığını aydınlatarak cevap verdi. Bugün de kendisine dayatılan inkar ve asimilasyona demokratik halk direnişi ile cevap vereceğinden hiç kuşkunuz olmasın.
    Uludere'de 35 yurttaşını katleden devletin Başbakan'ı olarak yine kibrinize yenildiniz. Olayı tazminat ile geçiştirmeye çalışan anlayışınız halk dili ile bir nevi, öldürürüm ama karşılığı ne ise veririmdir. Kürt halkına katliamı mubah gören işte bu anlayışınızdan ötürü ben ve arkadaşlarım sonu ölümle de sonuçlansa süresiz ve dönüşümsüz açlık grevine başladık. Başladık çünkü Kürt halkının demokratik ve haklı taleplerini bütün teknolojik imkanlarınıza rağmen susturamayacağınıza dair onurlu bir rettir eylemimiz.

    Tarihte ender rastlanan bir direniş örneği sergileyen Sayın Öcalan, Kürt sorununun demokratik yollardan çözümü için bütün olanaksızlıklara rağmen adeta iğne ile kuyu kazarcasına barışçıl bir ortamın oluşması için mücadele etti. Ancak, Sayın Öcalan'ın sunduğu barış fırsatlarını değerlendirmek yerine, kimi zaman oyalama ve taktiksel politikalar ile kimi zaman da Kürt halkı üzerinde baskıyı katmerleştirerek tasfiyeyi amaçladınız. Oysa 15 Şubat'ta alanları dolduran Kürt halkı, dost düşman herkese tarihsel bir izahatta bulundu. Sayın Öcalan'ı yediden yetmişe bir bütün Kürt halkının sahiplenişi, inkarcı zihniyete verilen tarihsel bir ders niteliğinde oldu.

    Darbelerle ve baskılarla bir halkın susturulamayacağı sonucu artık çok açıktır. Operasyonlar, tutuklamalar ve yaşanan ölümler halklar arasında ayrılığı derinleştirmektedir. Bu konuda siyasetin ve siyasetçinin içine girdiği bu çıkmaza son verilmelidir. Kürt halkı ve Kürt siyasetçileri olarak halkımızın özgürlüğü için bedel ödedik bundan sonra da ödemeye hazır olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Cezaevinde olan bütün arkadaşlarımın her zaman canlı ve diri olan özgürlük umutlarının zulüm politikanızı bertaraf edeceğinden kuşkunuz olmasın Ey Başbakan! (Diyarbakır/DİHA)

MARDİN HAPİSHANESİNDE BİR KIZIL YILDIZ


Cezaevinin önüne park ederken, bir grup bana doğru durup zafer işareti yapıyor. Yanlarına gidiyorum. Kilimlerini sermiş, çoluk çocuk oturmuşlar. Sanırsınız pikniğe gelmişler. Faysal Sarıyıldız’la görüşmeye geldiğimi duyunca gözleri parlıyor. “Biz de öyle” diyor bir kısmı. Görüşmelerini geciktireceğimi düşünüp kusura bakmayın diyorum ama meğer öğleden sonraymış görüş saatleri. Erkenden gelmişler Cizre’den, çayları yanlarında. Kürt halkının zorluklar karşısındaki metaneti düşünüldüğünde, hiç de şaşırtıcı değil aslında.

Hüsnüye Ecer’le görüşüyoruz ayak üstü. Onun da 20 yaşındaki oğlu tutukluymuş KCK davasından. Kürtçe anlattıklarını, cumhuriyetin tedrisatında Türkçe belletilmiş küçük bir kız çocuğu çeviriyor. Sarıyıldız için “Cezaevinde de olsa vekilimizdir, halkın onurudur. Bizler haklarımızı istiyoruz. Dilimizi istiyoruz. Faysal bizi, Kürt kimliğini ve dilini, barışı savunacak. Biz dilimizi kültürümüzü seviyoruz, kimse ölsün istemiyoruz, savaş bitsin istiyoruz. Belediye başkan yardımcımızdı. Şimdi de Meclis’e göndereceğiz” diyor. Ellerinde posterler fotoğraf çektiriyoruz beraber. Cezaevine girerken her biri selam ve sevgilerini yolluyor ona.

Dörtler milyonlara ulaştı

Ben de onların selamlarını iletmek üzere cezaevine giriyorum. Faysal Sarıyıldız’ın, önceki gün katıldığı duruşma KCK davalarından biriymiş. Bu, ana dava olmadığı için basına daha az yansıyor ama yaşadıkları, ana dava ile aynı. Davadan biraz bahsetmesini istiyorum.

“Bu dava ve mahkemelerin tavrı, savaşın sürmesinin dolaylı da olsa nedenlerinden biridir. Biz de anadilimizde savunma yapmak istedik. Ama mahkemenin tutumu aynıydı. Son celse arkadaşlarla kararlaştırarak, mahkemenin tavrını teşhir etmek üzere Türkçe bir açıklama yaptım.  Mevcut tutum değişmedikçe mahkemenin hukuki bir karar vereceğine dair bir beklentimizin olmadığını ifade ettim. Duruşma günü 17 Mayıs’a denk gelmişti. Askeri cuntanın cezaevlerinde de ‘Türkçe Konuşun, Çok Konuşun’ dayatmasının sonuçlarını, buna, 4 gencin bedenini ateşe vererek gösterdiği tepkiyi ifade ettim. Bugün belki bir kaç Esat Oktay vardır ama dörtlerin sayısı milyonlara çıktı. Vekillerimizin ifade ettiği o, kötü şeyler olacağı kaygısını, bizler de taşıyoruz. Bunu tehdit olarak anlamamak gerek. Bu kaygının çok haklı dayanakları var’ dedik. Tutanaklara da geçirdiler. Bu tutum değişmedikçe mahkemelere kendi irademizle katılmayacağımızı belirttik.”

Temel sorun statüsüzlüktür

“Cezaevinin durumu nasıl? Odalarda çok fazla kişi kalıyormuş?” diye soruyorum. “10-12 kişilik odalarda 40’a yakın insan kalıyor. Ayakkabıların bulunduğu merdiven altlarına, hatta masa üstüne dahi yatak koyuldu. 300 kişilik Mardin Cezaevi’nde 900 kişi var. Örneğin; dişiniz çürümeye başlasa ve revire gitseniz, ancak 6-7 ay sonra hastaneye gidebilirsiniz, o zamana dek dişiniz tamamen çürür zaten. Tabii çok daha ağır hastalar var. Ama devletin yok edemediği Kürtleri cezaevine tıkma politikası işlemiyor. Bu cezaevleri tüm Kürtleri almaz. Bir imar hamlesi olarak yenilerini yapsalar, arkamızdan gelen kuşaklar bitmez.” diyor.

“Seçim bölgenizdeki seçmenlere, sizi seçmeleri için herhangi bir vaadiniz var mı, neden sizi seçsinler ki” sorusunu Sarıyıldız şöyle yanıtlıyor: “Botan, savaşın acılarını çok yoğun yaşayan bir bölge. Kaybı olmayan hiç bir aile yok. 30 yıllık acılar, Bölge halkının tamamına politik bilinç de kazandırdı. Çocuğu ölmüş anneler kin duymuyor. Başka anneler, asker anneleri de bu acıyı yaşamasın diyorlar. Maalesef bu tutuma batıda, asker annelerinde pek rastlamıyoruz. Botan halkı, siyasete katılmalarına aracılık eden temsilcilerine, vekillerine güveniyor. Temsil noktalarında yanlış yapılmayacağını biliyor. Yapılırsa hesabını da sorar zaten. Ben son bir kaç yıl Şırnak’taydım. Halkla hep biraradaydım. Birlikte mücadele ettik. Devlet son zamanlarda bizlerin şahsında demokratik Kürt siyasetini cezaevlerine tıkarak sesimizi boğmaya çalıştı. Halkın cezaevindekileri tercihi, buna verilen bilinçli, politik bir yanıttır. Bizler, hükümetin Kürtleri tasfiye planını boşa çıkarmak için aday gösterildik. Zaten bizi aday gösteren halk. O yüzden zaten seçmiş olduklarını seçecekler.”

Sosyal ve siyasal sorunları çözeceğiz

“Seçimden sonrasına dair nasıl bir çalışma düşünüyorsunuz?” sorusuna da “Çatışmalı süreç bitmeden, Bölge insanının sorunları bitmeyecek. Şu anda temel sorun, Kürt halkının ve tüm halkların statüsüzlüğü. Her şeyden önce tüm halkların varlık ve kimliklerinin anayasal düzeyde tanınması gerek ki ekonomik, sosyal diğer sorunlar da çözülebilsin. Ama bir yandan da ekonomik-sosyal sorunlar da savaş bitimine bırakılmayacak kadar önemli. O nedenle bu süreçte haklı anlamaya, halkımızın özlediği sistemi yaşama geçirmeye dair çabalarımız olacaktır. Bizler Meclis’te halkımızın her türlü gereksinim ve talebinin savunucusu olacağız. Bir yandan da en temel sorunun, savaşın, son bulması için gerekli her türlü politik çalışmayı yürüteceğiz.” diye yanıtlıyor.

Ayrıcalık değil görevdir

“Adaylığınız netleşince cezaevinde nasıl karşılandı? Tutukluların sizden beklentileri nedir?” sorusuna da Sarıyıldız  şöyle yanıtlıyor: “Arkadaşların hepsi çok olumlu karşıladı. Cezaevlerinde zaten kültürel ve siyasi bilinç oldukça yüksektir. İçerideki tüm arkadaşlar bu görevi layıkıyla yapacak düzeydedir. Bu büyük bir ayrıcalık değil, geleneğimizde bakıldığı gibi bir görevdir. Arkadaşlar arasında şimdiden vekilim diyen de var. Bu biraz mahcubiyet yaratıyor. Hepsi kendi alanında o sıfatı layıkıyla yerine getirebilir. 20 yıldır içeride bedel ödeyenler var. Bazen onlara karşı yüzümün kızardığı da oluyor. Beklentiler konusuna gelince: Hiç birisinin özellikle cezaevi alanına ilişkin talebi olmadı. Onlar da bu sorunun çözülmesi ve onurlu bir barış süreci ile cezaevlerindeki rehineliğimizin biteceğini biliyorlar. En çok bu halka layık olacak şekilde çalışmak gerektiğini söylüyorlar. Ama talep olmasa da cezaevi koşulları çok ağır. Özellikle sağlık sorunu had safhada. Hasta arkadaşlarımız ki çoğu cezaevi koşulları nedeniyle hasta olmuş ya da bu koşullar hastalığını tetiklemiştir, gözümüzün önünde günden güne eriyorlar. Düpedüz yavaş yavaş öldürülüyorlar. Ölümle yüz yüze olan arkadaşlar bile kendilerini ön plana çıkartarak halkın gündemine gelmek istemiyor. Ama bu sorun da halkımızın gündeminde olacak kadar önemlidir ve bu koşullarla da mücadele edeceğiz.”

Türk yargısında kibir sorunu var

17 Haziran 2009 tarihinden bu yana KCK adıyla açılan davadan 50 arkadaşıyla beraber tutuklu yargılanan Sarıyıldız, mahkeme önüne çıkarılmak için 8-9 ay bekletildi. Diğer arkadaşları gibi hakkında delil denebilecek bir şey olmadan tutuklandığını altını çizen Sarıyıldız, delillerin nasıl çarpıtıldığını şöyle örneklerle gösteriyor:  Mesela ‘gel çay içelim’ sözünü bile eylem organizasyonu saymışlar. Bir olay anlatayım, Nusaybin belediye başkanımız Ayşe Gökkan benim üniversiteden arkadaşımdır. Bir otobüs yolculuğu sırasında yanındaki arkadaşı çantasını otobüste unutmuş. O da beni arayarak otobüsü karşılayıp çantaya bakmamı istemişti. Önce olayı anlattı, sonra tekrar arayıp “Faysal, otobüsün son durağı Cizre’dir uğrayıp kontrol et” dedi. Bunun ardından da defalarca görüştük, ben kontrol ettim, çanta otobüste bulunamadı dedim. Yani olay net biçimde anlaşılıyor ama sadece bu son, kısmını almışlar ve belediye başkanı Ayşe Gökkan’ı da örgüt üyesi gibi göstererek, bir örgüt üyesinin bana örgütsel bir malzeme gönderdiği iddia edilmiş. Bari, ‘Kürt siyasetini önlemek için tutukladıklarını söylesinler’ daha az gülünç olurlar. Türk yargısında ciddi bir kibir sorunu var. Bizim davada 10’un üzerinde duruşma geçti, bizler çok insani yaklaştığımız halde egemen bir tavır gördük. Gizli tanıklardan biri, ifadesinin baskı altında alındığını söylediği halde dikkate alınmadı. Duruşmada değinilen çok ciddi konuları gülerek, alay ederek karşılıyorlar. Yargı bir hizmettir. Bu tahakküm, bu muktedir kibri yıkılmak zorunda. Bunu devletin pek çok kademesinde, en üst düzey bürokrattan en küçük memura kadar görebilirsiniz. Bunun yıkılması gerek. Bizi mahkemeye getirip götüren askerlerle konuşuyoruz bazen, onlar da hak veriyorlar. Bu kadar boş, uydurma bir iddianame ile dava açılıp tutuklandıysak, kararı da bu kadar dayanaksız olarak verebilirler. Ama bu Kürt siyasi mücadelesini durdurmaya yetmeyecek.”

Amacı olmayan katlanamaz

Faysal Sarıyıldız aynı zamanda gazetemizin geçmişte muhabirliğini yaptı. Konuyu buraya getiriyorum, bir muhabir gözüyle cezaevi nasıl bir yer diyorum. “Cezaevindeki yaşamın her karesinden bir haber çıkar. Bu haberlerin hepsi gerçek bir hukuk devletinde yankı uyandıracak düzeyde olur. Ama ülkenin gerçekliği böyle değil. En sansasyonel şeyler bile dikkate alınmıyor. 90’lı yıllarda onlarca gazeteci katledildi. Şimdi de cezaevlerinde susturulmaya çalışılıyorlar. Cezaevleri insan doğasına ters. Kanıksanabilir bir yanı yok. Ama inancımız ve mücadele kararlılığımız katlanılabilir kılıyor. Büyük bir amacı olmayan katlanamaz.” diye cevaplıyor. Konuyu muhabirliğe getirmişken “Muhabirlik yaptığınız yıllarda yaşadığınız ilginç bir olayı anlatır mısınız?” diyorum.

“Ben Urfa’da muhabirlik yaptım. İktidar istediği için GAP’la bölgenin çehresinin değişeceği vurgusunu yapan haberler yapılıyordu. Mesela bilgisayar fuarında, yoldan geçen normal pantolon ceketli bir amcaya puşi ve şalvar giydirip, bilgisayar başında fotoğraflı haber yaptıklarını hatırlıyorum. Bu 1. sayfada çıktı. ‘Puşili, şalvarlı ama bilgisayar başında.’ Bu, batıda Bölge algısının düzeyini de gösteriyor. Oysa bu olaydan bir kaç yıl önce bir habere giden Nazım Babaoğlu kaybedilmişti. Bu o gazeteler için haber değeri taşımadı. Çünkü sadece siparişle haber yapıyorlardı.”

 
Halkımızı ve Botan’ı selamlıyorum

İleride cezaevleri için hayaliniz ne olurdu?

Tabii ki cezaevleri yıkılsın isterim. Ama bazı sembolik önemi olanları gelecek kuşaklara ibret olarak müze yapmak gerek. Nazi Almanyası’nda ya da bir çok vahşetin yaşandığı yerde cezaevleri müze oldu. Amed’in de böyle sembolik bir anlamı var. Dünyanın hiç bir yerinde yaşanmayan bir vahşetti. Orası mutlaka müze olmalı ama diğer tüm cezaevleri yıkılarak, insanın doğaya verdiği tahribatın bir özrü olarak yerlerine ağaç dikilmeli.

Demokratik Özerklik konusunda neler diyeceksiniz?

“Demokratik Özerklik Bölge’nin kültürel, tarihi ve sosyolojik gerçekliğini en iyi biçimde gören, sorunların çözümü için en iyi toplumsal sistem. Büyük bir beraberliğin yanı sıra, her sosyal ve kültürel katmanın kendisini rahatça ve özgürce yaşayabileceği bir sitem. Bölünme paranoyalarının, milliyetçi duyguların halkı meşgul etmeyeceği bir sistem. Siyasal, ekonomik, sosyal sorunları; mevcut sistemle kıyaslanamayacak kadar iyi biçimde çözecektir. Bu, ne zaman gündeme getirilse bölünme fobisi kışkırtılıyor. Bu söylem bilinçli olarak tedavüle sokuluyor. Oysa tek sınıfın, tek etnisitenin tahakkümünde bir birlik olmak, parçalanmaktan daha iyi değil.

Aileniz adaylığınızı nasıl karşıladı?

“Ailem siyasal mücadeleye yabancı değil. Babam da HEP’de yöneticilik yapmıştı. Bana hep büyük bir destek ve moral sundular. Zaten Botan’da politik bilinç sorunu yoktur. Tüm halkımızı ve Botan’ı sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.”


Burası Cizîra Botan!

Sarıyıldız’ın seçim çalışmasını yürüten Av. Rojhat Dilsiz ve Faysal’ın kardeşi Cihan Sarıyıldız ile sohbet ediyorum. Özetlersem:

Tutuklu bir yoldaşın seçim çalışmasını yürütmek ister istemez bizi buruk ve hüzünlü ama bir o kadar da  hevesli bir atmosfere sokuyor. Bize güç veren ve çalışmalarımızda bizi daha hevesli yapan şey halkımızın tutuklu olan adayı çok iyi tanıyor ve ona güveniyor olması, çalışmalara gönüllü olarak destek vermek istemeleri, katılımlarıdır. Tabii bu işimizi de kolaylaştırıyor. Adayımız aramızdaymış gibi bir çalışma yürütüyoruz.

Burası Cizîra Botan! Yüzde yüzlük bir hedefimiz var. Bu bir idealden ziyade gerçekçi bir hedef. Zaten gerek milletvekili seçimi, gerekse belediye seçimlerinde yüzde 85-95 oy oranı almış bulunmaktayız. Her geçen gün seçim heyecanının giderek arttığı bir çalışma ortamındayız. Esnaf ziyaretleri, akşam ev ziyaretleri ve yine mahalle toplantıları ile geçen bir seçim çalışmamız kesintisiz sürmekte. Başaracağız...


 
Faysal Sarıyıldız kimdir?

Botan’ın Cizre ilçesi Bêdarê köyünde 1975 yılında doğdu. ilkokulu Bêdarê köyünda ortaokulu Cizre’de, liseyi Nusaybin’de okudu. 2001 yılında Harran Üniversitesi Makina Mühendisliği Bölümü’nden mezun oldu. “Ülkede Gündem” ve “Özgür Bakış” gazetelerinde çalıştı. Bir müddet mühendislik faaliyetlerinde bulundu. 2009 yılında Kürt demokratik siyasetine yönelik yapılan siyasi soykırım operasyonu kapsamında tutuklandı. Halen Mardin E-Tipi kapalı cezaevinde yatmaktadır.


YARIN: MARDİN

BARIŞÇIL BİR GELECEĞİN SESİ: FAYSAL SARIYILDIZ




HALİL SAVDA

Size, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu Bağımsız Milletvekili adaylarından Faysal Sarıyıldız'dan bahsedeceğim. Faysal, çocukluk arkadaşım... Onu sevdim, hakikati arayışını sevdim... Özgürlük ve barış arayışını sevdim...

Faysal genç ama yüreği kocaman... Cesur ve çalışkan bir genç... Emekçi ve mütevazı bir yaşamı tercih etmiş güzel bir insan... Kürt demokrasi hareketinin insan profilinin bütün özelliklerini kişiliğinde somutlaştırmış. Siyasetin temiz ve açık olanını şahsında gerçekleştiren ender bireylerden...

Cizre Katliamı'na tanıklık etti

Faysal Sarıyıldız, 1975 Cizre/Şırnak doğumlu. Doğduğu Kocapınar köyünde ilkokulu, Cizre'de ortaokulu okudu. Lise öğrenimini Nusaybin'de, üniversite öğrenimini Harran Üniversitesi'nde yaptı ve 2001 yılında mezun oldu. Babası M. Selim Bey, Cizre'de kurulan HEP'in ilk ilçe başkanlığını yaptı. İlçe başkanı olması ile birlikte JİTEM'in tehditleri ile karşılaştı. Gözaltına alındı, işkence gördü, itirafçıların vermiş olduğu bilgiler nedeni ile on ay Diyarbakır Cezaevi'nde kaldı. Tahliye olduktan sonra da HEP'in ilçe başkanlığını yapmayı sürdürdü. Devletin paramiliter ve askeri güçlerince kaçırıldı, ölümle tehdit edildi. Bırakıldıktan sonra Cizre'den ayrılmak zorunda kaldı. Eşini ve çocuklarını alarak Urfa'nın Birecik ilçesine göç etti.

Hem babasının HEP ilçe başkanlığı hem de henüz on beş yaşındayken ailenin yaşadığı göç, hiç kuşku yok ki Faysal'ın siyasi duruşunu etkileyecekti. 17 yaşındayken Cizre'de 1992 Newrozu'nda devletin yaptığı katliamın tanıklığını yapmıştı. Kürdistan'da yaşayan her genç gibi siyasi fikirleri bu şartlarda şekil alıyordu.

Gazetecilik yaptı

Harran Üniversitesi'nde makine mühendisliği okurken Ülkede Gündem, Özgür Bakış ve yayın hayatına yeni başlamış olan Azadiya Welat gazetesinde çalıştı. Gazetecilik yaparken defalarca gözaltına alındı. 2009 yılında yapılan yerel seçimlerde Cizre'de belediye meclis üyeliğine seçildi ve belediye başkanvekilli oldu. Aynı yıl KCK adı altında yapılan siyasi operasyonda gözaltına alındı ve tutuklandı.

Faysal iki yıldır Mardin E Tipi Kapalı Cezaevi'nde... Hayatını halkının özgür yaşamasına ve adalete adayan bir insanın hapse atılması korkunç... Egemenlerin bir kuralıdır; sesin yüksek çıkıyorsa suçlu ilan edilirsin! Kendini savunmak zorunda bırakılırsın. Orhan Veli'nin dediği gibi; "Açlıktan bahsediyorsun, demek bütün binaları yakan sensin, İstanbul'dakileri sen, Ankara'dakileri sen, sen ne domuzsun sen!"

'Cizre halkı AKP'ye tokadı atacaktır'

Sarıyıldız, tutuklama furyasının nedenini şöyle açıklıyor: "Kürt Özgürlük Hareketi'nin yarattığı paradigmanın sinerjisinden korkan AKP hükümeti, demokratik ve özgürlükçü yaşam felsefesi ile kendi öz yönetimini kurma yolunda adım atan Kürt siyasal hareketine karşı gözaltı ve tutuklama furyası başlattı." Faysal Sarıyıldız, şimdi Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu'nun desteklediği Şırnak/Cizre Bağımsız Milletvekili Adayı. Sarıyıldız seçilirse, AKP hükümetinin kesmeye çalıştığı Kürt demokratik hareketinin sinerjisi şahsında yeniden gerçeklik kazandıracaktır. Seçmenlerine şu mesajı vermektedir: "Özgürlüğün ve direnişin kalesi olan Cizre başta olmak üzere tüm Bölge'de halkımız 12 Haziran günü AKP'ye tarihsel sorumluluğunun gereği, tokadını atacaktır."

Faysal Sarıyıldız gibi cesur insanlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç var... Eminim seçildiğinde seçmenlerine hizmet edecektir. Hizmet ederken hak, emek ve özgürlük sorunlarının sesi olacak ve barışçıl bir gelecek için büyük katkısı olacaktır.

Faysal, barışçıl bir geleceğin sesi olarak her zaman güzel yüreğini insanlarına açtı. Şimdi sıra bizim ona yüreğimizi açmamızda!